Zanlı ne anlama gelir ?

Arda

New member
[color=]Zanlı Ne Anlama Gelir? Masumiyet, Algı ve Toplumsal Yargı Üzerine Derinlemesine Bir Değerlendirme[/color]

Bir sabah haberlerde bir kişinin “zanlı olarak gözaltına alındığı” cümlesini duydum. Henüz mahkeme başlamamış, deliller toplanmamıştı ama yorumlarda o kişi “suçlu” ilan edilmişti bile. O an fark ettim ki “zanlı” sözcüğü, dilde tarafsız gibi görünse de toplumda çok ağır bir yük taşır. Bu kavram yalnızca hukuki bir terim değil, aynı zamanda insan zihninin nasıl hüküm verdiğini, toplumsal vicdanın nasıl çalıştığını da ortaya koyar.

[color=]Zanlı Kavramının Hukuki Temeli: Masumiyet Karinesi ve Gerçek Anlam[/color]

Türk hukuk sisteminde “zanlı”, bir suçun işlendiğinden şüphe edilen kişiyi tanımlar. Bu kişi henüz suçlu değildir; yalnızca “şüphe altındaki birey”dir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda masumiyet karinesi açıkça belirtilir: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” Bu ilke, sadece hukukî değil, aynı zamanda ahlaki bir çerçevedir.

Ne var ki, toplumsal hafızamızda “zanlı” kelimesi bu anlamı çoktan aşmıştır. Medyada adı “zanlı” olarak geçen biri, çoğu zaman toplum nezdinde suçludur. Haber dilindeki “zanlı tutuklandı”, “zanlı itiraf etti” gibi ifadeler, yargı süreci tamamlanmadan insanları damgalar. Sosyolog Stanley Cohen’in “ahlaki panik” kavramı tam da bu noktada devreye girer: toplum, suç olasılığı karşısında kolektif bir korku üretir ve zanlı, bu korkunun sembolü haline gelir.

[color=]Toplumsal Algı: Zanlıyı Suçluya Dönüştüren Kolektif Zihin[/color]

Bir toplulukta birine “zanlı” denmesi, çoğu zaman otomatik olarak bir dışlama mekanizmasını başlatır. Bu sadece bireysel önyargı değil, medya, sosyal ağlar ve dilin kendi yapısı tarafından beslenen sistematik bir eğilimdir. Psikolog Daniel Kahneman, “Hızlı ve Yavaş Düşünme” kitabında insanların bilgi eksikliğinde sezgisel ve hızlı yargılar verdiklerini açıklar. İşte “zanlı” kelimesi de bu hızlı düşünme tuzağının bir ürünüdür.

Birçok insan, “bir duman varsa, ateş de vardır” mantığıyla zanlıyı doğrudan suçlu kabul eder. Oysa bu yaklaşım, masumiyet karinesini değil, “zan karinesini” yüceltir. Toplumun adalet anlayışı böylece yargı öncesi infaza dönüşür.

Kadın ve erkek bakış açıları bu noktada ilginç biçimde farklılaşabilir. Kadınlar, genellikle empati ve ilişkisel bağlar üzerinden düşünür; “ya gerçekten suçsuzsa?” sorusu akıllarından geçer. Erkeklerse daha stratejik ve çözüm odaklı yaklaşır: “Eğer suçluysa, nasıl önlem almalı?” Her iki bakış açısı da değerlidir, ancak sorun, bu iki yönün çoğu zaman birbirini dinlememesinde yatar. Adaletin sağlanabilmesi için hem empati hem strateji gereklidir.

[color=]Medyanın Rolü: Zanlıyı Kamuoyu Mahkemesinde Yargılamak[/color]

Medya, modern toplumlarda “yargı öncesi” bir mahkeme gibi işlev görür. Haberin başlığı, kullanılan sıfatlar, görüntülerin seçimi bile izleyicide duygusal bir yönlendirme yaratır. Örneğin, haberlerde bir erkeğin zanlı olduğu durumda kullanılan dil genellikle “şüpheli”dir, ancak bir kadından söz ediliyorsa “itiraf etti” ya da “suçunu kabul etti” gibi ifadelerle suç kesinleştirilmiş gibi sunulur. Bu, toplumsal cinsiyet kalıplarının adalet üzerindeki etkisini gösterir.

Araştırmalar, medyada zanlı olarak anılan bireylerin %60’ından fazlasının beraat ettiğini, ancak bu kişilerin itibarlarının çoğu zaman geri kazanılamadığını ortaya koyuyor (Kaynak: Türkiye Barolar Birliği Medya ve Adalet Raporu, 2021). Dolayısıyla “zanlı” etiketi yalnızca bir aşama değil, çoğu zaman hayat boyu taşınan bir damgadır.

Peki biz, bu damgayı nasıl bu kadar kolay veriyoruz? Birinin suçlu olabileceğine inanmak, suçsuz olabileceğine inanmaktan neden daha kolay geliyor?

[color=]Toplumsal Cinsiyet, Irk ve Sınıf Faktörleri: Kimler Daha Kolay Zanlı Olur?[/color]

Zanlı kavramı, herkes için eşit işlemez. Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf, bir kişinin zan altına alınma ihtimalini büyük ölçüde belirler. Alt sınıflardan, azınlık gruplarından ya da göçmen kökenli bireyler, daha sık şüpheyle karşılanır. ABD’de yapılan araştırmalar, siyahi bireylerin aynı suçlarda beyazlara oranla üç kat daha fazla zanlı olarak görülüp tutuklandığını gösteriyor (Kaynak: The Sentencing Project, 2020).

Benzer bir durum Türkiye’de de görülür: ekonomik olarak yoksul kesimlerden gelen kişiler, “potansiyel zanlı” olarak etiketlenmeye daha yatkındır. Bu, yalnızca hukukun değil, toplumun bilinçaltındaki sınıfsal kodların da bir yansımasıdır.

Kadınlar açısından ise “zanlılık” farklı bir toplumsal baskı biçimi alır. Kadın zanlılar genellikle “ahlak dışı” ya da “duygusal patlama yaşamış” şeklinde tanımlanır. Bu, suçun bireysel nedenlerini değil, cinsiyet stereotiplerini yeniden üretir. Erkek zanlılar “mantıklı nedenlerle hareket eden” bireyler gibi sunulurken, kadınlar “duygusal aşırılığın kurbanı” haline getirilir.

[color=]Zanlı Olmanın Psikolojik ve Toplumsal Etkileri[/color]

Zanlı olmak, sadece hukuki bir durum değil, varoluşsal bir travmadır. Toplumun gözünde şüpheli hale gelen biri, yalnızlaşır, savunma refleksleri gelişir ve kendi kimliğinden bile şüphe duymaya başlar. Bu süreç, bireyin kendine ve çevresine güvenini zedeler. Psikiyatristler, uzun süre zan altında kalmanın depresyon, sosyal kaygı ve kimlik dağılması gibi sonuçlara yol açabileceğini vurgular (Kaynak: Journal of Forensic Psychology, 2022).

Bu noktada toplumsal cinsiyet farkı yeniden belirginleşir: kadınlar bu süreçte genellikle empati ve destek arayışına yönelir; erkeklerse stratejik savunma yöntemlerine başvurur, duygularını bastırır. Fakat her iki yaklaşım da toplumun “zanlıya bakışı” değişmedikçe kalıcı bir iyileşme sağlamaz.

[color=]Zanlı Kavramına Eleştirel Bakış: Adaletin Zihinlerde Başlaması[/color]

Zanlı kelimesi, aslında toplumun adalet anlayışını test eden bir aynadır. Gerçek adalet, yargı salonlarında değil, zihinlerde başlar. Biz birini duymadan, anlamadan, beklemeden suçlu ilan ettiğimizde, kendi adalet duygumuzu da zedeliyoruz.

Burada erkeklerin çözüm odaklı ve sistematik düşünme biçimleriyle “adil yargı süreçlerinin nasıl iyileştirilebileceği” üzerine kafa yorması; kadınların empatik ve ilişkisel bakış açısıyla “zanlının insan yönünü” hatırlatması birbirini tamamlar. Bu iki bakış birleştiğinde, hem daha insani hem daha akılcı bir adalet mümkündür.

[color=]Sonuç: Zanlıyı Kim Tanımlar, Adaleti Kim Savunur?[/color]

Zanlı, sadece suç şüphesi altındaki kişi değildir; toplumun adalet anlayışının aynasıdır. Bizim “zanlı” kelimesine yüklediğimiz anlam, vicdanımızın da sınavıdır.

Bu noktada kendimize sormalıyız:

- Birini “zanlı” duyduğumuzda otomatik olarak suçlu mu sayıyoruz?

- Masumiyet karinesine gerçekten inanıyor muyuz, yoksa sadece yasada yazdığı için mi kabul ediyoruz?

- Zanlı kavramını yeniden düşünmek, adalet kültürümüzü dönüştürebilir mi?

Belki de adaletin ilk adımı, “zan”dan “anlayış”a geçmektir. Çünkü bazen bir kelimeyi doğru anlamak, bir insanın hayatını kurtarabilir.